"Turkey Rhubarb": Muğlak Bir Bitki, Bilinmeyen Rotalar, ve Egzotik Topraklar
Toprağına hiç değmediği bir coğrafyanın ismini taşıyan bitkinin kurgulanmış hikayesi
Ne Uçkun Ne Işgın: Adını Koymakla Başlayalım
Son paylaştığım bu tarifte raventle ilgili söyleyeceklerim olduğundan bahsetmiştim. Özellikle yabancı yemek hesaplarında çokça gördüğünüze emin olduğum, zaten rengiyle de dikkat çekmeye çok müsait olan bir bitki ravent. Türkiye’de kullanımı pek yaygın olmadığı için, siz onu ingilizcesiyle “rhubarb” olarak biliyor da olabilirsiniz. Manava, bakkala veya pazarcıya fotoğrafını gösterip “Bundan var mı?” diye sorduğunuzda, “Hee sen ışgın/uçkun arıyorsun!” diye cevap almanız oldukça olası. Aslında ikisi de kuzukulağıgiller (Polygonaceae) familyasından ve Rheum cinsinden olsalar da, ışgın (Rheum ribes) ve ravent (Rheum rhabarbarum) birbirinden farklı iki bitki.
Bugünlerde dünyada yaşanan vergi savaşlarıyla sekteye uğrayan uluslararası ticaretle hiçbir ilgisi olmadığını önceden belirterek, Türkiye’de bu bitkiye hiç rastlamamış olmanız kimseyi şaşırtmaz. Fakat, 18.yüzyıl İngiltere'sinin sokaklarında yürürken, bir an için durup çevrenize kulak verdiğinizde, yankılanan şu sesi duymanız oldukça olasıydı: “Geel vatandaş, geel! Turkey Rhubarb’a geel!” Sese doğru yöneldiğinizde ise Osmanlı’dan fırlayıp gelmiş gibi duran bir sokak satıcısının, elinde tuttuğu bitki kökü parçasıyla egzotik bir dünyanın şifa vaadini Londra’nın kalabalık caddelerine taşıdığını görebilirdiniz.
Tatlandırılmadan Önceki Tıbbi Arzular
Ravent, “mucizevi” özellikleriyle karmaşık bir tarihe ve yüzyıllar boyunca toplumlar için büyük değere sahip bir bitki olmasına rağmen, günümüzde genellikle sadece turtalara renk, reçellere tat veren bir gastronomi ürünü olarak biliniyor. Oysa bu kullanımının arkasında, farklı coğrafyaları uzun süre kasıp kavuran tıbbi geçmişinin hikayesi yatıyor.
18. yüzyıl sonlarında, Karayipler'den gelen şekerin Avrupa’daki fiyatları düşürmesinden önce, kıtada bir “ravent çılgınlığı” yaşanıyordu. Ravent saplarının ekşimsi tadı, şekerle buluştuğunda yenilebilir hale geliyor ve kısa sürede evlerde pişirilen turtaların ve reçellerin vazgeçilmez malzemesi oluyordu. Ancak, şekerin henüz saraylardan sokaklara inmediği dönemlerde, raventin ne yaprakları ne de sapları kullanım alanı bulabiliyordu. Peki ama neydi bu “ravent çılgınlığının” ardındaki sır?
Erken modern dönemde, kültürlerarası bilgi alışverişinin en dikkat çekici aracı, kuşkusuz, botanik ve tıbbi bilginin kıtalar arası yayılmasıydı. Hastalıklara çare arayışında, hem Doğu hem de Batı tıbbının merkezinde bitkiler yer alıyordu. Yeni bitkilerin keşfi, bilimsel bir merakın yanı sıra, çaresiz hastalıklara şifa bulma umudunu beraberinde getiriyordu. Kökeni Antik Çin tıbbına (MÖ 2700'ler - MÖ 1000'ler) kadar uzanan ravent de bu arayışın en gözde bitkilerindendi. Ancak, tıbbi amaçla kullanılan kısmı ne yaprakları ne de saplarıydı; dönemin tıp çevrelerinde büyük heyecan yaratan asıl mucize, bitkinin köklerindeydi.
Modern Avrupa’nın dikkatini çekmesi biraz geç olsa da, antik dünya ravent kökünü çoktan keşfetmiş ve ilaç olarak kullanmaya başlamıştı. Yunan hekim Dioscorides, M.S. 1. yüzyılda kaleme aldığı De Materia Medica’da, ravent kökünü pek çok derde deva olarak tanıtmış; mideden ciğere, karaciğerden sinirlere kadar pek çok hastalığı iyileştirdiğini belirtmiş. Avrupa’da ise ancak yüzyıllar geçtikten sonra “bütün zehirleri vücuttan atan” mucizevi bir iksir olarak kullanılmaya başlanmıştı.
O dönemlerde, antibiyotiklerin, penisilinin ve modern ağrı kesicilerin dolduramadığı boşluğu ravent doldurmuştu. Bu popülaritesinin elbette bilimsel bir temeli vardı; ancak, tıpkı günümüz modern ilaçlarında olduğu gibi, bitkisel ilaçların ticari değeri de göz ardı edilemezdi. Şifa kaynağı olarak görülen raventin ticari değeri her geçen gün artarken, büyük bir sıkıntı baş gösterdi: Bitkinin nereden geldiği tam olarak bilinmiyordu. Dahası, Avrupa pazarlarını kasıp kavuran bu bitki, kökeni üzerindeki sır perdesiyle birlikte, çok daha büyük bir ekonomik ve siyasi rekabetin de fitilini ateşlemişti.
Gerçeğin Peşinde: Raventin Gizemli Rotası
Ünü Fransa’dan İtalya’ya ama özellikle Britanya’ya kadar yayılan bu egzotik tıbbi bitki, aslında Çin’in batısından yola çıkıp geliyordu. Fakat dönemin şartlarında bozulmadan taşınmaya uygun olmaması, ticaretini kırılgan hale getirmişti. Çözüm ise sadece kökünün pazarlanmasında bulunmuştu. Bu sebeple, dönemin Avrupa’sında henüz bu bitkinin tam olarak neye benzediği ve nereden geldiği bilgisine ulaşmak zordu. Bu da, ülkeler ve tüccarlar arasında “gerçek ravent”e ulaşma yarışını başlatan etken olmuştu.
En kaliteli raventin Rusya aracılığıyla Avrupa’ya getirildiği biliniyordu. Fakat Çar’ın yetkilileri bile raventin gerçek kökenine dair kesin bir bilgiye sahip değildi. Ruslar, ravent ticaretini o kadar ciddiye almışlardı ki, 1657 yılında ithalatını devlet tekeline aldılar. 1727'de imzalanan Kiakhta Anlaşması ile Çin ve Rusya arasında resmi bir sınır ticareti kuruldu ve “Crown Rhubarb” olarak bilinen kökler, Rus bürokrasisinin gözetiminde Avrupa’ya ulaştırılmaya başlandı. Bu kökler, oldukça pahalıydı ve arzı sınırlıydı; ancak saflığı ve güçlü etkisiyle büyük talep görüyordu.
Bu esnada, Avrupa pazarlarında Doğu ürünlerine olan talep giderek artıyordu. Kara yolu ticaret kervanları ve yeni kurulan deniz ticaret şirketleri, her derde deva olarak görülen raventin arzını artırmaya başladı. Arz-talep dengesini sağlamak amacıyla yeni ticaret rotalarına ihtiyaç duyuluyordu ve bu arayış, güneyden geçen yeni bir ravent rotasının keşfiyle sonuçlandı: Osmanlı İmparatorluğu. Çin’den yola çıkan bir başka ravent kolu, Orta Asya üzerinden İran’a, oradan da Osmanlı topraklarına ulaşıyor ve limanlara varıyordu. Buradan ise Venedik ve Marsilya üzerinden Avrupa’nın içlerine kadar taşınıyordu.
Aslında ravent, ne Osmanlı topraklarında yetişiyordu ne de imparatorlukta tıbbi olarak yaygın bir şekilde kullanılıyordu. Ancak sadece bu ticaret rotası bile, İngilizlerin ona “Turkey Rhubarb” adını vermesi için yeterli olmuştu.
"Turkey Rhubarb": Kimliğin Yeniden Üretimi
"18. yüzyılda İngiliz tüccarlar ve tüketiciler için “Turkey Rhubarb”, gizemli Doğu’nun şifa dağıtan simgesiydi. Bilinmeyen bu egzotik coğrafya yavaş yavaş bir pazarlama aracına dönüşüyordu. Sarıkları ve bıyıklarıyla Osmanlı erkek modasını adeta Londra’nın sokaklarına taşıyan ravent satıcıları, bu ticaretin dikkat çekici figürleri haline gelmişlerdi. Öyle ki Londra’da, o dönemin ünlü zencefilli kurabiye satıcıları kadar büyük bir üne kavuşmuşlardı. Hepsi boyunlarında asılı tepsilerle sokak sokak dolaşıyor, ufak terazileriyle satılmaya hazır ravent köklerini müşterilerine sunuyorlardı.
Satıcıların teker teker kim olduğunu bulmak mümkün olmasa da, gazeteci Henry Mayhew’in 19. yüzyılın ortalarında 73 yaşındaki bir ravent satıcısı ile yaptığı röportajdan1 anlaşıldığı kadarıyla, bu satıcıların Osmanlı ile uzaktan yakından alakası olmayabilirdi. Satıcının aktardığına göre, 40 yıldan fazla bir süre önce, tıpkı birçok tanıdığı gibi, İngiltere'de bir “Türk” ravent satıcısı olabilmek için Magadore’daki2 Fas Yahudi cemaatini terk etmişti. Sonraları raventin Çin'in uzak topraklarına ait olduğu anlaşılmasına rağmen, “Türk” lakabı ravent satıcıları arasında uzun süre kullanılmaya devam etti.
Bu röportajın yapıldığı dönemlerde, “Turkey Rhubarb” satıcıları artık yalnızca şifa umudu taşıyıcıları değil, aynı zamanda sahne sanatlarına da ilham veren karakterler haline gelmişlerdi. Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri, Dan isimli karakterdi. Gösteride, Osmanlı’dan geldiğini söyleyen bu karakter, aslında Batı’nın Doğu’yu nasıl gördüğünün adeta bir karikatürüydü. Robert Coombs’un fesli ve sakallı olarak resmettiği bu ravent satıcısı, gösterideki hikayeye göre, bütün kadınların güzel olduğunu duyduğu için Türkiye'den İngiltere’ye göç etmişti. Amacı, tıpkı ülkesinin padişahı gibi aynı anda yirmi kadınla evli olabilmekti. Fakat gösterinin sonunda, sadece on kadınla evlenebiliyordu. Eşlerinden birinin kıskançlık krizine girip onu ihbar etmesiyle de on yıl hapis cezası alıyordu. Bu karakter için Coombs bir şarkı bile yazmıştı. (Şarkının 1969’da yeniden kaydedilmiş versiyonunu dinlemek isterseniz, bağlantıya buradan ulaşabilirsiniz.)
Şüphesiz Dan karakterini hem yazan hem de canlandıran kişiler, seyircilerin beklentilerine hitap edebilmeyi amaçlamıştı: Egzotik ama komik, şifacı ama güvenilmez bir doğulu erkek figürü. Dolayısıyla Dan, sadece bir gösteri karakteri değil, aynı zamanda Batı'nın zihninde şekillenen Doğu’nun da birebir temsiliydi – bir bakıma oryantalist hayal gücünün ete kemiğe bürünmüş haliydi. Bu hikayede Batı, Doğu’yu sadece egzotik veya geri kalmış olarak görmekle kalmıyordu, onu aynı zamanda kendi bakış açısına göre kontrol edilen bir “öteki” olarak sabitliyordu.

Ravent, Çin'den Avrupa'ya uzun yollar aşarak gelen nadir bir kök bitkisi olmaktan çıkalı çok olmuştu. Bu mucize bitkinin artık emekliye ayrılmış satıcıları, birer mizah aracına dönüşmüş, Batı’nın Doğu’yu hem tüketilecek hem de gülünecek bir kaynak olarak görme biçimini temsil eder hale gelmişti. Doğu, kendi gerçekliğiyle değil, Batı’nın görmek istediği şekilde var oluyordu. “Turkey Rhubarb” satıcısı, bu kültürel üstten bakışın yaşayan bir metaforu ve bir temsiliydi. Böylece bir kültür, kendi sesi olmadan temsil ediliyordu. Bu temsil sadece bir bitki ya da şifa bulmak ile ilgili değildi; aynı zamanda bir kimliğin dışarıdan nasıl inşa edildiğini gösteriyordu. Bitkinin Osmanlı topraklarında yetişmemesi, satıcıların Osmanlı’dan gelmemesi ya da ürünün gerçek kökeninin Çin’e dayanması hiç önemli değildi. Mühim olan, Batı’nın ona nasıl bir isim ve kimlik biçmek istediğiydi. “Turkey” tanımı, hem egzotizmi çağrıştırmak hem de ürünü cazip kılan o mistisizmi pekiştirmek amacıyla kullanılıyordu.
Bugün hala reçel ya da turta yapımında kullanılan, rengiyle göz kamaştıran bu bitki, geçmişinde sadece tıbbi bir bitki olmanın ötesinde aslında bir anlatı taşıyor. Raventin ticari dolaşımı, Doğu’nun Batılı tüketiciye göre yeniden paketlenip tezgahlarda yerini aldığını gösteriyor. Bu tabii ki yalnızca ticari bir strateji değil, aynı zamanda kültürel bir inşanın yansıması. Yani ravent tarihsel olarak ne yalnızca sofraları renklendiren bir tat ne de hastalıkları iyileştiren tıbbi bir bitkidir. Bütün bunların yanında, Doğu’nun ötekiliğinin de tarihsel bir anlatısıdır.
https://www.londonmuseum.org.uk/collections/v/object-717529/the-street-rhubarb-and-spice-seller/
Günümüzde Suvayr veya Essaouira olarak bilinen Fas şehrinin eski adı.
Ben de ilk defa Almanya da marketlerde taze, gazozlarda ve tatlı üstünde gördüm. Ama asla ne yapacağımı bilemedigim icin almamistim. Bu yazı bu merakimin üstüne cuk diye oturdu. Keyifle okudum.