Başlarken: Afyon Bükmesi - Pozitif bir uyumsuzluğun hikayesi
Bu yazıyı yazmaya ve içimdekileri paylaşmaya ülkeme 2500 km uzaktayken, hayatımın bükme yapıp canlı yayında miting dinlediğim evresine girdiğimi farkettiğim an karar verdim.
Üzerinden bu kadar zaman geçtiğine hala inanamıyor olsam da, ilk bükme yediğim an 2011 yılına tekabül ediyor. Üniversite sınavına hazırlandığım o yıl, ek ders aldığım bir hocamın evindeydim. Ne yalan söyleyeyim, şimdiki yaşımdan daha az gelecek kaygısı içerisindeydim. Hatta bende bu kaygıyı asıl yaratan, çevremdeki insanların gastronomi eğitimi almamam konusunda beni ikna etme çabalarıydı. Geriye kalan bir şekilde halledilirdi. Çünkü o zamanlar, gönlünden geçirdiğin yaşamı yaşamak için birazcık direndiğinde ulaşılabilir hale getirebilmek bugünün aksine mümkündü. Beni bu hayalimden ilk vazgeçirmeye çalışanlardan birisi de yine ek ders aldığım bu hocamdı ve seneler sonra bana bunun için çok üzgün olduğunu söyleyecekti. Üzgündü, çünkü senelerimi hiç istemediğim bir bölümde debelenerek geçirmiştim. Hayalimden vazgeçmiştim. Ben de üzgündüm.
Şimdi tam emin olamasam da sanırım eşi Afyonluydu ve derse gittiğim o gün ders arasında bana çayın yanında elleriyle yaptığı bükmeden ikram etmişti. İlk ısırıkta pek idrak edememiştim ne yediğimi. Tattığım şey alışık olduğum sıradan bir börek değildi ama bu aykırı lezzetinin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum. O dersin arası böylece doldu benim için. Ard arda, meraklı meraklı sorduğum sorular ve bıkmadan bana verilen cevaplarla bu yediğim böreğimsi şeyin, ilk duyduğum anda bana müthiş uyumsuz gelen yeşil mercimek ve haşhaş ikilisinden yapıldığını öğrendim. Ama ne yediğimi düşününce uyumusuz bulduğum bükmeyi, önüme bir tepsi koysalar utanmaz yerdim. Uyumsuzdu ve çok lezzetliydi. Yani bükme tam olarak pozitif bir uyumsuzluğun midemi şenlendiren haliydi benim için. Ve belli ki bükme seven bir çok insan için.
O günkü dersin sonunda, defterimden kopardığım bir kağıda hızlı hızlı yazılmış bir tarifle döndüm eve. Ama üniversiteye giriş sınavı çok yaklaşmıştı. Bükme denemelerine vakit ayırmak yerine daha çok soru çözebilirdim çünkü ancak bu şekilde çeşitli manipülasyonlarla seçim yaptığım o bölüme ve o üniversiteye girebilirdim. Maalesef benim bükme ile kaybedecek zamanım yoktu. O güzelim tarif de kim bilir hangi test kitabının arasında kaybolup gitti. Ama ben yıllarca yemeye alıştığım böreklere kafa tutan, bulunduğum şehirde ve kültürde gelişen mevcut damak tadına uyum sağlamayan o pozitif uyumsuz bükmenin tadını hiç unutmadım. O günden bu güne tam ondört yıl geçti. Hem Türkiye’de, hem benim hayatımda hem de diğer bükme severlerin hayatlarında çok fazla şey değişti, malum şey hariç.
Geçtiğimiz mart ayının ortalarıydı, diploma haberiyle epey kötü bir güne uyandım. Bu arada hani mecburen seçtiğim o bölüm ve o üniversite vardı ya, ben onların düzenine de sistemine de ancak üç yıl dayanabilmiştim. Bir cesaret başka bir okulda istediğim bölüme geçiş yapmış ve sonunda mezun olup diplomamı almıştım. Ama rastgele bir sabah diplomam iptal edilebilir miydi? Kim bilebilir, olmadık şey değil ki. Ondört yıl sonra o sabah, birden o gün yediğim bükme geldi aklıma. Ama nasıl canım çekiyor. Yapması biraz meşakkatli ve uzun bir süreç olduğu için cesaret edemedim ilk başta. Birkaç gün erteledim. Ama yolumuz uzun olsa da hani gençliğimiz vardı ya. Hem bükme de artık benim için bir hamur işinden daha fazlasıydı, yapacak bir şey yoktu. Alınacakları aldım, birkaç tarif baktım ve artık hazırdım.
Bu yazıyı yazmaya ve içimdekileri paylaşmaya ülkeme 2500 km uzaktayken, hayatımın bükme yapıp canlı yayında miting dinlediğim evresine girdiğimi farkettiğim an karar verdim. Mücadelenin en güzel tarafı yan yana olmaktır benim gözümde. Böyle zamanlarda duyardık hep, “Çok zor geldi bu süreçte bana uzakta olmak” diyenleri. En son 2013 yılında duymuştuk hatta çokça. Bense o zamanlar hiç düşünmemiştim bile bir gün uzaklarda yaşama ihtimalimi. Bu yüzden şimdi üzerimde bu mesafeyi yaratmış olmanın suçluluğu var. Bütün olan biteni uzaktan izlemek zorunda kalmanın, sokağa çıkamamanın, anlatamamanın, anlaşılamamanın, aidiyet duyamamanın ve fiziksel olarak kollektif mücadeleye dahil olamamanın üzüntüsü var.
Bükme benim için çoktan bir hamur işinden daha fazlası oldu demiştim ya. İşte mevcut bulunulan duruma ters düşmeye cesaret etmenin, hatta sistemin değil bir adım dışına çıkmak, kapısının eşiğine bile ayağını uzatmanın böylesine zor olduğu günlerde, bükme benim için o kapının eşiğine koyduğum takozdu artık. Belki de içten içe onu yediğim ilk gün aslında anlamıştım uyum diye tutturulan şeyin her zaman yapıcı olmadığını. İçinde bulunduğun düzen yüzünden yediğin ekmeğin azlığına, aldığın nefesin darlığına sırf düzenin bozulmasın diye susmanın asıl yıkıcı olan olduğunu. Uyumsuzluğun ise her zaman negatif bir şey olmadığını. Birileri aman tadımız kaçmasın aman düzenimiz bozulmasın diye söylenirken, bir şeylerin ters gittiğini anladığında anlatmayı. Mevcut koşullara mecburen uyum sağlamak yerine o pozitif uyumsuzluğu göğüsleyip neleri değiştirebileceğine bakmayı.
Kişisel hikayemde tarifini aldığım o gün, bana dayatılanı kabul etmeyip bilmem kaç tane daha fazla soru çözmek yerine bir tepsi bükme yapabilseydim, belki bir şeyler daha erken başlayabilirdi benim için. Peki toplumsal hikayemizde şimdi her şey için çok mu geçti? Yoksa bu yeni bir başlangıç ihtimali miydi? Bu sorular aklımda dönüp dururken emin olduğum tek bir şey vardı; eğer gönlümüzden geçen yaşamı hala yaşama ihtimalimiz kaldıysa, buna ancak orada ya da burada farketmeksizin direndiğimiz mücadele alanları sayesinde ulaşabilirdik. İşte ben mutfakta miting dinlediğim o gün bunları düşünürken tam iki tepsi bükme yapmıştım.